SINAVLARDA ÇIKAN SIFATLAR (D)

Daft: Saçma

Your idea seems a bit daft to me. (Fikrin bana biraz saçma geldi.)

Damaging: Zarar veren, zararlı

Beware of the damaging effects of the sun on your skin. (Güneşin, cildine vereceği zararlı etkilerden korun.)

Damp: Nemli, rutubetli

The clothes in the dryer are still damp, so you’d better turn it on for another 10 minutes. (Kurutma makinesindeki çamaşırlar hâlâ nemli; makineyi 10 dakika daha çalıştırsan iyi olur.)

Daring: Cesur, yürekli, gözüpek

My colleagues praised me for my daring act. (İş arkadaşlarım, cesur davranışım için beni övdüler.)

Dated: Modası geçmiş, demode, eskimiş

My 10-year-old game console is dated, but there are still some games I can only enjoy by playing it. (10 yıllık oyun konsolumun modası geçti ama hâlâ sadece onunla oynamaktan zevk aldığım bazı oyunlar var.)

Daunting: Göz korkutucu, zorlu, ürkütücü

Going to a new school is a daunting experience for many young people. (Yeni bir okula gitmek, birçok genç için ürkütücü bir tecrübedir.)

Day-long: Tüm gün süren

I got bored with the day-long meeting. (Tüm gün süren toplantıdan sıkıldım.)

Dazzling: Göz kamaştıran, büyüleyici

With a dazzling diamond ring on her finger, the woman’s friends thought her husband was rich. (Arkadaşları, kadının parmağındaki göz kamaştıran elmas yüzüğü görünce, kocasının zengin olduğunu düşündüler.)

Deadly: Ölümcül

The cows were destroyed when it was found that they were carrying a deadly virus. (Ölümcül bir virüs taşıdıkları anlaşılınca inekler itlaf edildi.) 

Dear: Pahalı, fiyatı yüksek

There was a shortage of onions, and they became dear. (Soğan sıkıntısı vardı ve fiyatlar yükseldi.)

Deceitful: Düzenbaz, dolandırıcı

The deceitful salesman sold the elderly woman the broken vacuum cleaner. (Düzenbaz satıcı, bozuk elektrik süpürgesini yaşlı kadına sattı.)

Decent: Edepli, saygın, düzgün

No decent girl would go out with a boy like him. He’s unemployed, impolite and untrustworthy. (Hiçbir düzgün kız onun gibi bir çocukla çıkmaz. Çocuk, işsiz, kaba ve güvenilmez biri.)

Deceptive: Aldatıcı, yanıltıcı

The company was found guilty of publishing a deceptive advertisement. (Şirket, yanıltıcı reklam vermekten suçlu bulundu.)

Decisive: Kararlı

You must be decisive and persistent to succeed in this competitive market. (Bu rekabetçi piyasada başarılı olmak için kararlı ve ısrarcı olmalısın.)

Dedicated: Kendini adamış

She was dedicated to losing weight and wouldn’t give up until she had dropped 10 kilos. (Kendini kilo vermeye adamıştı ve 10 kilo verene kadar pes etmedi.) 

Deficient: Eksik, yetersiz

The doctor told me that my diet was deficient in iron. (Doktor bana, diyetimin demir bakımından yetersiz olduğunu söyledi.)

Definite: Kesin

My son is considering studying medicine, but he hasn’t made a definite decision yet. (Oğlum, tıp okumayı düşünüyor ama henüz kesin bir karar vermedi.)

Deliberate: Maksatlı, kasıtlı, kasti

The famous actor’s visit was a deliberate attempt to draw attention to the area. (Ünlü oyuncunun ziyareti, dikkatleri bölgeye çekmek için yapılmış kasıtlı bir hareketti.)

Delicate: Hassas

Painting the designs on the pottery is a delicate task. (Çanak çömleğe desen çizmek hassas bir iştir.)

Delighted: Mutlu, memnun

The little girl was delighted to see the shells. (Küçük kız, deniz kabuklarını görünce mutlu oldu.)

Delightful: Hoş, zevkli, güzel

The newlyweds had a delightful dinner and enjoyed every moment of their honeymoon. (Yeni evliler, güzel bir yemek yiyip balaylarının her anının keyfini çıkardılar.)

Demanding: Emek isteyen, zahmetli, zorlu

Although my job is quite demanding at times, I really enjoy it. (Zaman zaman oldukça zorlu olmasına rağmen işimi gerçekten seviyorum.)

Dense: Yoğun

The fog was so dense that we had to stop the car and wait for it to clear. (Sis öyle yoğundu ki arabayı durdurup sisin dağılmasını beklemek zorunda kaldık)

Dependent: Bağımlı

The country has become dependent on American technology. (Ülke, Amerikan teknolojisine bağımlı hâle geldi.)

Deplorable: Acınacak durumda, içler acısı

These people live in the most deplorable conditions. (Bu insanlar, içler acısı şartlarda yaşıyor.)

Depressed: Bunalıma girmiş, bunalımlı

After losing his job, the truck driver felt depressed. (İşini kaybettikten sonra kamyon şoförü bunalıma girdi.)

Depressing: İç karartıcı, kasvetli

Winter in Kars can be a bit depressing when you get a big snowfall in April. (Nisanda çok kar yağınca Kars’ta kış biraz kasvetli olabiliyor.)

Deprived: Yoksun, mahrum, muhtaç

When children are neglected by their parents, they are deprived of love. (Çocuklar anne babaları tarafından ihmal edilirlerse sevgiden mahrum olurlar.)

Desirable: Arzu edilen

A desirable trait in a friend is kindness. (Bir arkadaşta arzu edilen özellik iyilikseverliktir.)

Desolate: Terkedilmiş, ıssız, boş

In the past, Las Vegas was nothing but a desolate desert. (Eskiden Las Vegas ıssız bir çölden başka bir şey değildi.)

Desperate: Çaresiz, umutsuz

The sudden loss of his money made the businessman desperate. (Ani para kaybı, iş adamını çaresiz bıraktı.)

Destructive: Yıkıcı

Tornados are extremely destructive and can level homes in a matter of seconds. (Kasırgalar, oldukça yıkıcıdır ve evleri saniyeler içinde yerle bir edebilir.) 

Determined: Kararlı, azimli

The police officers are determined to find the killer and will not give up on the case until it is closed. (Polisler katili bulmakta kararlılar ve kapanana kadar olayın peşini bırakmayacaklar.)

Detestable: İğrenç, tiksindirici

The detestable crimes angered the people in the area and they came together to stop the violence. (İğrenç cinayetler, bölge halkını kızdırdı ve onlar da şiddete son vermek için bir araya geldiler.)

Devastating: Yıkıcı, feci

Four persons died of suffocation in a devastating fire. (Feci yangında dört kişi dumandan boğularak öldü.)

Devoted: Kendini adamış

Women’s lives in ancient Greece were devoted to looking after their families. (Antik Yunan’da, kadınların hayatları ailelerine bakmaya adanmıştı.)

Disabled: Engelli

This building is really difficult for disabled people. (Bu bina, engelli insanlar için gerçekten zor.)

Disappointed: Hayal kırıklığına uğramış

The boy was disappointed by the firework show since it only lasted a few minutes. (Çocuk, sadece birkaç dakika sürdüğü için havai fişek gösterisinden dolayı hayal kırıklığına uğradı.)

Disappointing: Hayal kırıklığı yaratan

The concert was disappointing. Their music is much better on CD. (Konser, hayal kırıklığı yarattı. Yaptıkları müzik CD’de çok daha iyi.) 

Disastrous: Feci, korkunç

Half of the city was destroyed by a disastrous fire. (Şehrin yarısı feci bir yangında mahvoldu.)

Disgusting: İğrenç

Chewing with your mouth open is a disgusting habit. (Bir şey çiğnerken ağzını açmak iğrenç bir huy.)

Displeased: Memnun olmayan

I was displeased by my son’s attitude. (Oğlumun tavrından memnun olmadım./Oğlumun tavrı hoşuma gitmedi.)

Disruptive: Rahatsız edici, huzuru bozan

Talking on a cell phone in the library is disruptive. (Kütüphanede cep telefonu ile konuşmak rahatsız edicidir.)

Dissatisfied: Memnun olmayan

The customer wanted to see the manager as he was dissatisfied with the restaurant service. (Restorandaki servisten memnun olmadığı için müşteri müdürü görmek istedi.)

Distinctive: Kendine özgü, özgün, farklı

Irish whiskey is world famous for its quality and distinctive flavour. (İrlanda viskisi, kalitesi ve özgün tadı ile dünyaca ünlüdür.)

Distracted: Dikkati dağılmış

The driver hit another car when he was momentarily distracted. (Bir an dikkati dağılınca sürücü başka bir arabaya çarptı.)

Diverse: Çeşitli, farklı, değişik

In our culturally diverse neighbourhood, people of many races live together in peace. (Farklı kültürleri barındıran mahallemizde birçok ırktan insan bir arada barış içinde yaşıyor.)

Docile: Uysal, yumuşak başlı

Because Jim likes to be in control, he is looking for a docile woman to marry. (Jim, kontrolü elinde tutmayı sevdiği için evlenecek uysal bir kadın arıyor.) 

Doubtful: Kuşku duyan

The doctor was doubtful that the patient could recover. (Doktor, hastanın iyileşebileceğinden kuşku duyuyordu.)

Dramatic: Önemli, kayda değer

Climate change will have a dramatic impact on the future of the planet. (İklim değişikliğinin, gezegenin geleceği üzerinde önemli bir etkisi olacak.)

Dreadful: Korkunç, kötü, berbat

I’m afraid there’s been a dreadful mistake. (Maalesef korkunç bir hata olmuş.)

Dubious: Kuşkulu, şüpheli

The suspect’s words seemed dubious to the police. (Zanlının sözleri polisi kuşkulandırdı.)

Dull: Sıkıcı, yavan

The first half of the match was pretty dull. (Maçın ilk yarısı oldukça sıkıcıydı.)