1) The, daha önce sözü edilen ya da karşı tarafça zaten bilinen kişi ya da şeyleri anlatırken kullanılır. Genellikle ‘hangisini/hangilerini kastettiğimi biliyorsun’ anlamına gelir:
Have you locked the door?
Kapıyı kilitledin mi? (= Hangi kapıdan söz ettiğimi biliyorsun: bizim kapı)
I’ll pick you up at the station.
Seni istasyondan alırım. (= İkimizin de bildiği istasyondan)
She’s got two children: a boy and a girl. The boy’s twelve and the girl’s seven.
İki çocuğu var: bir kız, bir oğlan. Oğlan on iki, kız ise yedi yaşında.
Where are the toilets?
Tuvaletler nerede?
We spent all day at the beach.
Bütün günü kumsalda geçirdik.
I must go to the bank and change some money.
Bankaya gidip para bozdurmam lazım.
2) The, evrende tek olan ve dolayısıyla belirli olan şeylerle kullanılır:
I haven’t seen the sun for days.
Güneşi günlerdir görmedim.
We observe changes in the world’s climate.
Dünya ikliminde değişimler gözlemliyoruz.
The moon goes round the earth.
Ay, dünyanın etrafında döner.
The sky was full of stars.
Gökyüzü yıldız doluydu.
3) The, tekil bir ismin önüne gelerek o ismin ait olduğu grupla ilgili genelleme yapmak için kullanılır:
The tiger is in danger of becoming extinct.
Kaplan, soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıyadır. (= Burada kastedilen tek bir kaplan değil, dünyadaki tüm kaplanlardır.)
The car is responsible for causing a lot of damage to our environment.
Araba, çevremize birçok zarar vermekten sorumludur.
Not: Bir grubun tüm üyeleriyle ilgili genelleme yaparken a/an kullanılmaz. Söz konusu isim çoğul yapılır:
Secretaries are usually women.
Sekreterler genellikle kadın olur.
4) The, vücudumuzla ya da organlarımızla ilgili ifadelerde kullanılır:
He has a gunshot wound in the neck.
Boynunda kurşun yarası var.
I hit him in the stomach.
Midesine vurdum.
My brother was shot in the leg.
Kardeşim bacağından vuruldu.
5) The kelimesi, ‘hospital, church, school, college, university, prison’ gibi isimlerden önce kullanılırsa, ‘bina’ kastedilir ve bu yerlere asıl amaç dışında gidildiği anlaşılır. Ancak bu yerlere asıl amaçları için gidildiğini anlatmak istiyorsak, bu isimlerden önce the kullanmamalıyız:
My son goes to school.
Oğlum okula gidiyor. (= Okuyor; orada öğrenci)
My mother went to the school to see the principal.
Annem, müdürü görmek için okula gitti. (= Burada okul binası kastediliyor.)
My grandfather is in hospital.
Büyükbabam hastanede. (= Hasta olarak)
She left her purse in the hospital when she was visiting Sally.
Sally’yi ziyaret ettiğinde çantasını hastanede unuttu. (= Binanın içinde)
Bununla birlikte Amerikan İngilizcesinde the, asıl amaç için gidildiğinde bile ‘hospital’ ve ‘university’ kelimeleriyle kullanılır:
I was unhappy at the university.
Üniversitede mutsuzdum.
He was admitted to the hospital with minor head injuries.
Başındaki hafif yaralardan dolayı hastaneye yatırıldı.
6) The, tarihlerle ve belli zaman dilimleriyle kullanılır:
the 1940s, 1940’lar the seventies, yetmişler
7) The, deniz, okyanus, nehir, çöl, ada, takımada, sıradağ, kanal, otel, sinema, tiyatro, müze ve sanat galerisi isimleriyle kullanılır:
The Pacific Ocean, Pasifik Okyanusu
The Black Sea, Karadeniz
The Nile, Nil Nehri
The Sahara, Sahra Çölü
The West Indies, Batı Hint Adaları
The Alps, Alp Dağları, Alpler
The Suez Canal, Süveyş Kanalı
The Grand Hotel, Grand Oteli
The Odeon, Odeon Sineması
Kıta, ülke, eyalet, il, kasaba, cadde, göl ve tekil dağ adlarıyla genellikle the kullanılmaz:
Africa, Afrika
Turkey, Türkiye
Texas, Teksas
Oxford, Oxford
Willow Road, Willow Yolu
Lake Michigan, Michigan Gölü
Mount Everest, Everest
Kilimanjaro, Kilimanjaro
Ancak bazı istisnalar vardır:
The United States, Amerika Birleşik Devletleri
The United Kingdom, Birleşik Krallık
The Netherlands, Hollanda
The Sudan, Sudan
The Lebanon, Lübnan
The Hague, Lahey
8) Gazete isimleri genellikle the ile kullanılır:
The Times The Washington Post
9) The, sıfatların en üstünlük (superlative) hâlleri ile ‘first, second, next, last, only, same’ gibi kelimelerin önünde kullanılır:
What’s the highest mountain in Europe?
Avrupa’daki en yüksek dağ hangisidir?
I shall never forget the first time we met.
İlk tanıştığımız zamanı hiç unutmayacağım.
This is the only smart dress I’ve got.
Elimdeki tek şık giysi bu.
Every time we come to this restaurant, you always have the same thing.
Ne zaman bu lokantaya gelsek sen hep aynı şeyi yersin.
10) The, belli sıfatların önüne gelerek onlara çoğul anlam katar:
The Japanese eat a lot of seafood.
Japonlar, çok deniz ürünü yerler.
The Irish have their own language.
İrlandalıların kendilerine ait dilleri vardır.
He’s collecting money for the blind.
Görme özürlüler için para topluyor.
The unemployed are losing hope.
İşsizler, umutlarını kaybediyorlar.
After the accident, the injured were taken to hospital.
Kazadan sonra yaralılar hastaneye kaldırıldı.
Eğer bir topluluğu anlatmak için sıfat yerine isim kullanılabiliyorsa the …ish ifadesi tercih edilmez. Mesela, the Danes(= Danimarkalılar) deriz, the Danish demeyiz ya da the Turks (= Türkler) deriz, the Turkish demeyiz.
11) The, çoğul soyadlarından önce kullanılarak o aileyi anlatır:
My sister has been living with the Wilsons for two years.
Kız kardeşim, iki yıldır Wilson’larla (Wilson ailesiyle) yaşıyor.
The Schmidts are coming to dinner on Sunday.
Schmidt’ler, pazar günü yemeğe geliyorlar.
Ancak the, iyelik durumundaki bir kişi isminden önce kullanılmaz:
The car was parked in front of Tom’s house.
Araba, Tom’un evinin önüne park edilmişti.
12) The, çalmak kastediliyorsa müzik aletlerinden ve dans isimlerinden önce kullanılır:
Brian started playing the piano when he was only nine years old.
Brian, daha dokuz yaşındayken piyano çalmaya başladı.
Can you do the waltz?
Vals yapabilir misin?
Ancak müzik aletini bir eşya olarak anlatmak istiyorsak the kullanmayız:
We are going to buy a new piano.
Yeni bir piyano alacağız.
13) The, bir kişinin ismiyle birlikte ‘şu bildiğimiz, bilinen, meşhur’ anlamında kullanılır:
‘My name’s James Bond’ ‘What, not the James Bond?’
‘Adım James Bond’ ‘Ne, bildiğimiz James Bond değil, değil mi?’
14) The, özellikle pahalı bir lokantada sipariş verirken bir yemeğin adından önce kullanılır:
I’d like the salmon, please.
Somon rica ediyorum, lütfen.
Ancak the, öğün isimlerinden önce kullanılmaz:
What are we having for dinner?
Akşam yemekte ne var?
Lunch is at 12:00.
Öğle yemeği 12:00’de.
15) The, ‘my, your, her, his, vb.’ yerine kullanılır:
I can’t remember where I parked the car. (= my car)
Arabayı (= arabamı) nereye park ettiğimi hatırlayamıyorum.
It would be nice to see you and the family sometime soon. (= your family)
Seni ve aileni bu yakınlarda görmek hoş olurdu.
Tom held his girlfriend tightly by the arm. (= by her arm)
Tom, kız arkadaşını kolundan sıkıca tuttu.
16) The, genellikle olumsuz ve soru cümlelerinde ‘yeterince, yeterli’ anlamına gelir:
I don’t think Bruce has the experience for this kind of work.
Bruce’un bu tip bir iş için yeterli deneyimi olduğunu sanmıyorum.
I haven’t got the time to talk to you now.
Seninle şu anda konuşacak yeterli zamanım yok.
I’d like to go out this evening, but I don’t think I’ve got the energy.
Bu akşam dışarı çıkmak isterim ama hiç hâlim yok.
17) Televizyondan bir eğlence aracı olarak söz ediyorsak ya da programları kastediyorsak thekullanmayız:
Do you often watch television?
Sık sık televizyon seyreder misin?
What’s on TV?
Televizyonda ne var?
Ancak televizyondan ‘alet’ ya da ‘eşya’ olarak söz ediyorsak the kullanırız:
There is a vase on the TV.
Televizyonun üzerinde bir vazo var.
The, ‘radio, cinema’ ve ‘theatre’ sözcükleriyle kullanılır:
I always listen to the radio while I’m driving.
Araba kullanırken hep radyo dinlerim.
I love going to the cinema.
Sinemaya gitmeye bayılırım.
Ancak bu kurumlardan sanatsal anlamda ya da meslek anlamında söz ediyorsak the atılabilir:
Cinema is different from theatre in many ways.
Sinema, tiyatrodan birçok bakımdan farklıdır.
George has worked in radio all his life.
George, bütün hayatı boyunca radyoda çalışmıştır.